11 Aralık 2014 Perşembe

Yarımada susuzluk tehdidi altında (Röportaj)



Çeşme-Karaburun Yarımadası’nın özellikle kıyı kesimlerindeki yeraltı sularında tespit edilen tuzlanmanın, kısa vadede artacağından endişe ediliyor. Karaburun, Mordoğan, Çeşme, Ildırı, İçmeler ve Seferihisar’da kıyıya yakın bölgelerdeki yeraltı sularında, özellikle suyun çok kullanıldığı yaz aylarında, tuzlanma oranının kabul edilebilir limitlerin üzerine çıktığı belirtiliyor. Ayrıca küresel ısınmanın etkisi ile yüzey sularının azalması veya farklı nedenlerle kirlenmesine bağlı olarak, ihtiyacın çok büyük bir kısmı yeraltı sularından sağlanmakta. Ancak yeraltı sularının ihtiyacı ne kadar süre karşılayacağı belirsiz. Çünkü bu konuda yapılan bilimsel çalışmaların yetersiz olduğu söyleniyor. Yeraltı sularının potansiyelinin bilinmediği, açılan artezyen kuyuları hakkında herhangi bir envanter çalışmanın yapılmadığı belirtiliyor.
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alper Baba ile görüştüm. Su kaynakları, yeraltı suları,  yeraltı suyu kirliliği, hidrojeoloji, jeotermal enerji, çevre jeolojisi ve mühendislik jeolojisi konularında uzman olan Baba, TÜBİTAK tarafından Karaburun Yarımadası’nda yürütülen, yeraltı su potansiyellerinin belirlenmesi, denize boşalımların saptanması, deniz suyu girişimi modellenmesi ve nedenlerinin ortaya konmasını hedefleyen projeyi yönetiyor.

Yeraltı suları hayati önem taşıyor
Baba, yeraltı sularının önemi hakkında şunları söylüyor: “Yarımada’daki bütün köylerin içme suları, yeraltı suyu kaynaklarından sağlanmaktadır. Küresel ısınmanın etkisi ile azalan yüzey sularının ihtiyacı karşılayabilmesi mümkün değildir. Örneğin DSİ tarafından yapılan Alaçatı Barajı’ndaki doluluk oranı 2014 yılı itibarı ile %3’tür. Ayrıca yüzey sularının farklı sebeplere bağlı olarak kirlenmesi de kullanımı sınırlandırmaktadır. Dolayısı ile yeraltı suları Yarımada için hayati önem taşımaktadır.”

Tuzlanma hızla artıyor
“Karaburun Yarımadası, tektonik bir yapıya sahiptir. Özellikle kireçtaşlarının içinde gelişen ve denizle bağlantılı karstik boşluklar, yeraltı sularının büyük bir bölümünün denize boşalmasına neden olmaktadır. Bu kayaçlar, Yarımada’nın büyük bir kısmını kapsamaktadır. Proje dâhilinde, İller Bankası, Devlet Su işleri Genel Müdürlüğü ve özel şahıslar tarafından birçok gözlem amaçlı sondaj yapılmıştır. Şu anda ağırlıklı olarak Ildırı ve çevresinde bulunan sondajların derinliği yer yer 257 m’yi bulmaktadır. Kıyıya yakın kesimlerde açılmış olan sondajlarda tuzlanmalar gözlenmiştir. Tuzlanma sadece bu bölgeye özel değildir. Tuzlanma, Yarımada’nın genelinde, hatta İzmir’de dâhil olmak üzere, özellikle kıyıya yakın bölgelerdeki yeraltı sularında, suyun çok kullanıldığı dönemlerde artmaktadır. Yeraltı sularının yoğun bir şekilde kullanımı ile deniz suyu girişimleri oluşmakta ve bu da tuzlanmayı artırmaktadır.”

Yakında susuz kalabiliriz
Bilimsel çalışmalar doğrultusunda saptanacak önlemler zamanında alınmazsa Yarımada’nın kısa bir süre sonra, susuz kalabileceğini söyleyen Baba şöyle devam ediyor. “Şu ana kadar elde ettiğimiz verilere bakarak, yeraltı sularının geleceği ile ilgili çok ciddi kaygılar taşıyoruz. Ancak neler yapılabileceği konusunda bir yol haritası çizebilmemiz için, tüm Yarımada genelindeki bilimsel çalışmaların tamamlanması gerekiyor. Bu maliyetli ve zaman alacak süreç için Belediye ve diğer ilgili kurumların desteği şart. Bölgenin jeolojik özellikleri ile ilgili çok sayıda araştırma olmasına rağmen, hidrojeolojisi ile ilgili çalışmalar son derece az. Çoğu çalışma ise bölgesel boyutta. Hidrojeolojik çalışmaların yapılarak yeni gözlem kuyularının açılması, elde edilecek verilere göre çekimlerin kontrol altına alınması, kaynak debilerinin ve EC değerlerinin düzenli olarak ölçülmesi, yeni kuyuların da bu çalışmalar ışığında açılması son derece önemli.”

Deniz suyu çözüm değil
Deniz suyunun tatlı suya dönüştürülmesini bir çözüm yolu olarak görenlerin de olduğunu belirten Baba, bu işlemin çok maliyetli ve pratik olmayan bir yöntem olduğunu, bu nedenle farklı çözüm yolları aramak yerine, acilen mevcut kaynakların korunması konusunda harekete geçilmesi gerektiğini söylüyor.

Jeotermal kaynaklarımızın kıymetini bilmiyoruz
Yarımada üzerindeki yeraltı sularımızda olduğu gibi jeotermal kaynaklarımız konusunda da yeterli bilimsel çalışmaların yapılmadığına değinen Baba şunları söylüyor: “Jeotermal kaynaklarımızın Yarımada’nın kalkınması konusunda önemli bir etkisi olabilir. Özellikle termal turizmi kalkınma için önemli bir sektördür. Fakat maalesef bu güne kadar yeterli girişimlerde bulunulmamıştır. Örneğin Urla İçmeler ’deki termal kaynak, Romalılar döneminde bile önemli bir tedavi merkezi olarak kullanılıyordu. Fakat bu kaynak halen atıl durumdadır.”

“Yeraltı sularında olduğu gibi, jeotermal kaynaklarımızın durumu da bilimsel çalışmalarla tespit edilmeli ve bu verilere bağlı uygun projeler geliştirerek ekonomiye kazandırılmalıdır.”


Röportaj: Aşkın Yaka

22 Ekim 2014 Çarşamba

Gayrimenkulde kazancın sırları


Gayrimenkul yatırımları için “alan her zaman kazanır” denir. Büyük riskler ve hatalar içeren yatırımlar yapılmadığı sürece gayrimenkulden zarar etmek pek mümkün değildir. Almanın da, satmanın da zamanını ve koşullarını iyi saptamak gerekir. Böylece yatırımınızın süresini ve kazancınızın oranını olumlu yönde etkileyebilirsiniz.

Bütçe oluşturmak
Paranızın tamamını satmak üzere alacağınız gayrimenkullere bağlamayın. Zorunlu giderleriniz için bir miktar nakit akışı sağlayacak kiralık gayrimenkulleriniz olmalıdır. Ayrıca yeni fırsatları kaçırmamak için hazırda duran nakdiniz de bulunmalıdır. Gayrimenkul yatırımlarında krediye başvurmayın. Zaman konusunda yanılabilirsiniz ve gereksiz yere faiz ödemek durumunda kalabilirsiniz. Araziler uzun, arsalar ise kısa vadeli yatırımlar için uygundur. Yatırım sepetinizde her ikisinden de bulunmalıdır.

Doğru gayrimenkulü belirlemek
Gayrimenkul yatırımlarında, gelişmekte olan bölgeler öncelikli yatırım alanlarıdır. Arsa, arazi, mesken ya da işyeri fark etmez. Ulaşımın kolay olduğu, istihdam sağlayacak tesislere, hastane, okul, alışveriş merkezi gibi sosyal unsurlara yakın, planlanmış imar alanlarının sınırlarında ya da yakınlarında bulunan gayrimenkuller daima kazanç sağlar.

Gelişim sürecini tamamlamış, fiyatları belli bir doygunluğa ulaşmış bölgeler, yatırımcıya oransal olarak daha düşük karlar sağlayacaktır.

Gayrimenkulün türü ne olursa olsun, satılabilirliğini olumsuz yönde etkileyecek handikapları olmamalıdır. Hitap ettiği alıcı profili mümkün olduğu kadar geniş olmalıdır. Yapılardaki sıra dışı mimari özellikler, fonksiyonel olmayan unsurlar, aşırı büyük meskenler, gerek fiyat gerekse özellikleri itibarı ile çevresi ile uyum sağlamayan ürünler kazancı ve satış hızını kısıtlar.

Bir gayrimenkulün değerini etkileyen en önemli faktör bölgesidir. Satın alınacak gayrimenkulün çevresi dikkatle incelenmelidir. İmar açısından yakın çevresinde planlanan unsurlar gözden geçirilmelidir. 

Alırken kazanmak
Ticaretin altın kurallarından olan “alırken kazanmak” gayrimenkul pazarında da geçerlidir. Satın alacağınız gayrimenkulün zamanla değer kazanacağını öngörerek, yüksek fiyatına razı olmayınız. İşler sandığınız gibi gitmeyebilir. Düşündüğünüz yatırım süresini bekleyemeden acilen satmak zorunda kalabilirsiniz. Üstelik daha fazla kazanabilmek varken, azına razı olmak pek akılcı değildir.

Alacağınız gayrimenkulün okazyon (kelepir) olması elbette yatırımı çok cazip kılacaktır. Ancak okazyon ürünler pazarda az sayıdadır ve hemen satılır. Dolayısı ile okazyon bulacağım derken zaman kaybedebilirsiniz. Ayrıca piyasa değerinin altında olan gayrimenkullerin handikaplı olma ihtimaline karşılık da dikkatli olunmalıdır. Bu nedenlerle asıl hedef rayicinde olan ürünlerdir.

Pazarın nabzını tutmak
Satın aldığınız gayrimenkulün çevresindeki gelişmeleri yakından takip etmelisiniz. Arsa ve arazi yatırımlarında imar ile ilgili gelişmeler hakkında belediye ile temas halinde olmak önemlidir. Gayrimenkulünüzün değerini etkileyecek olumlu gelişmeler kadar olumsuz gelişmeler de olabilir. Bu gelişmeleri önceden biliyor olmak sizi zarar etmekten kurtarabilir. Bölgede pazara çıkan ürünleri ve satışı gerçekleşen emsalleri güncellemek, acil satış kararı vermeniz gerektiğinde ya da gelen iyi bir teklifi kaçırılmamanız konusunda faydalı olacaktır. Gayrimenkulünüze olan talebin artması bölgedeki gelişmelerin habercisi olabilir. Bu durum satış zamanının yaklaşmakta olduğuna da işaret edebilir.

Cesaretli olmak
Gayrimenkul konusunda yatırım yapmaya karar verdiğinizde karşınıza çıkacak çok sayıdaki seçenek kafanızı karıştırabilir. Ayrıca yakın çevrenizin tavsiyeleri de düşüncelerinizi dağıtabilir. Farklı fikirler ve farklı seçenekler karşısında karar vermekte güçlük çekebilirsiniz. Hatta bu güçlüğün yaratacağı stresten dolayı yanlış yatırımlar yapabilir ya da başka yatırım enstrümanlarına kayabilirsiniz. Gayrimenkullerde yatırım değerini farklı oranlarda etkileyen onlarca kriter vardır. Bu kriterlerin her birinde pozitif olan bir gayrimenkulü bulmak neredeyse imkânsızdır.  Dolayısı ile temel kriterlere uyduğunu gördüğünüz birkaç seçenek belirleyerek tercihinizi cesaretle yapmalısınız.

Satarken de kararsızlık yaşayabilirsiniz. Satış için doğru zaman ya da doğru fiyat olup olmadığı düşüncesi sizi strese sokabilir. Unutmayınız ki gayrimenkulünüzü olumsuz yönde etkileyecek bir faktör gelişmedikçe değeri her geçen gün artacaktır. Bunun sonu yoktur. Ancak artış hızı hep aynı düzeyde seyretmeyecektir. Satış için karar vermek ve bunu cesaretle uygulamak önemlidir. Çünkü elde edeceğiniz nakit, yeni fırsatların ve yeni kazançların kapısını açacaktır. Değer artış hızının yavaşlaması özel ve geçici bir nedene bağlı değilse satış için bir gerekçe sayılabilir. Satış zamanı için kota belirlemek de iyi bir yöntem olabilir. Ancak artışa sebep olabilecek kısa vadeli gelişmeler öngörüyorsanız beklenebilir. Talebin doygunluğa ulaştığı dönemi beklemek ise potansiyel fırsatları kaçırmak açısından tavsiye edilmez.

5 Ekim 2014 Pazar

Konutlar küçülüyor

Toplumsal yapımızdaki bireyselleşmeye yönelik değişim ve ekonomik sebepler, küçük konutlara olan talebi artırmaya devam ediyor.

Son yıllarda solo yaşam olarak da adlandırılan bu yeni yaşam biçimi, küçük evlerde barınan, yalnız ya da az nüfuslu aile yaşamını ifade ediyor. Bu yaşam biçiminde bazen ofis ve ev ihtiyaçları da aynı çatı altında karşılanıyor. Buna bağlı olarak iş ve ev arasında ulaşım için kaybedilen süre kazanca dönüşürken, yol maliyeti, kira, aidat, elektrik, su ve doğal gaz faturaları da hafifliyor.
Yaşam koşullarının ağırlaşması ile sınırlı zamanda çok iş yapmak zorunda kalan kent insanı, pratiklik sağlayan küçük evlerde daha mutlu oluyor.

Büyük evlerin fiyatları ile aynı olsa bile tüketiciler *residence ve *concierg hizmeti ile lüks yaşam olanağı sağlayan projelerdeki küçük daireleri tercih edebiliyorlar.
Kent ortamında yoğun çalışan, yalnız yaşayan, çocuksuz ya da tek çocuklu ailelerin yükünü hafifleten bu tarz yapılara olan talep artıkça, üreticiler de projelerini talebe göre şekillendiriyor. Son yıllarda hayata geçirilen projelerin çoğunda 1+1 ve stüdyo tipi daireler üretiliyor.
Büyük kentlerde geçici görevle çalışacak olan kesimin de, hem kira ödememek hem de görev süresi sonunda satışlarından kar etmek için bu tarz daireleri satın aldığı gözleniyor. Aynı zamanda öğrenciler için de vazgeçilmez olan küçük daireler, kira getirisi amacı ile yatırım yapanların ilgisini çekiyor. Yüksek kira getirisi sağlayan bu tip dairelerde yatırımın geri dönüş süresi de daha kısa oluyor. Talebin yoğun olması ikinci el piyasada da kolay alınıp satılmasını sağlıyor.
Özellikler büyük kentlerde yaygınlaşan 1+1 ve stüdyo tipi daireler birçok farklı kullanıcı profiline hitap ediyor. İş dünyasının yoğun olduğu semtlerde, havaalanı civarlarında, ofis olarak da kullanılan bu daireler çok rağbet görüyor. Ayrıca firmalar bu tip daireleri misafirhane olarak da kullanabiliyor. Üniversite bölgelerinde öğrenciler, hastane çevrelerinde kronik hastalar ve yakınları, 1+1 ve stüdyo tipi daireleri tercih ediyor.

Büyüklük tercihi konusunda yapılan 3 yanlış

imarın elverdiği yoğunluğun tamamını kullanmak:
Gerek ticari, gerekse kişisel amaç ile üretilecek yeni konutlarda, çoğu zaman kullanım alanının, bina değeri ile doğru orantılı olduğu düşünülüyor. Bu nedenle imar planında arsa için belirlenmiş yapı yoğunluğunun tamamı kullanılıyor, hatta mümkün olduğu kadar sınırlarını zorlayan imalat yöntemlere başvurulabiliyor. Oysa bölgeye ve kullanıcı ihtiyaçlarına göre hareket etmek gerekiyor. Örneğin 140 m²’lik bir alan yeterli iken, imar durumu izin veriyor diye 180m²’lik bir villa inşa etmek anlamsız oluyor. Bu durumda hem maliyet gereksiz yere artıyor hem de satış fiyatı aynı oranda yükselmiyor. Ayrıca “satılabilirlik” faktörü de olumsuz yönde etkileniyor. Çünkü ortalama konut büyüklüklerinin üzerine çıkan imalatlarda alıcı profili daraldığı için satış zorlaşıyor.
İhtiyacı çocuklara göre belirlemek
Bir konut satın alırken, kullanım alanını erişkin çocuklara göre belirlemek yerinde bir karar olmayabiliyor.  Özellikle birden fazla çocuk sahibi olan ailelerde çocukların geleceğini öngörmek gerekiyor. Çocukların okul, evlilik ya da iş durumuna göre evden kısa bir süre sonra ayrılma ihtimallerinin değerlendirilmesi gerekiyor. Böyle bir olasılık varsa, geniş olan bir odayı bölerek kullanmak gibi geçici çözümler tercih edilebiliyor.
Giderleri hesaba katmamak
Evin büyüklüğü, masrafları ile doğru orantılı oluyor. Evin kullanım alanı büyüdükçe masrafları da artıyor. Büyük bir ev satın alınacağı zaman masraflarının da çok olacağını hesaba katmak gerekiyor. Aydınlatma, iklimlendirme, su, temizlik giderleri gibi masraflar sanıldığından çok daha fazla olabiliyor.


Residence nedir?
İngilizce kökenli olan “residence” kelimesi, “konut” anlamına gelse de, ülkemizde konaklama tesislerinin verdiği hizmetlerden de faydalanan konut binaları olarak kullanılmaktadır. Standart bir residence dairede; tam donanımlı mutfak, ütü odası, kablolu televizyon, uydu tv, internet bağlantısı, kasa, direkt telefon, split klima, kasa ve çamaşır makinesi bulunur. Ayrıca Resindence binalarda, resepsiyon hizmeti, günlük temizlik servisi, kuru temizleme, çamaşırhane, otopark, alışveriş servisi ile spor salonu, sinema ve toplantı salonu gibi sosyal tesisler de yer alır.

Concierge hizmeti nedir?
(Okunuşu: konsiyerj) Fransızca kökenli bir kelime olan concierge, büyük otellerde müşterilerin otel dışındaki iş ayarlamalarını yapan birimin adıdır.

Ön Büro (Front Office) departmanına bağlı olarak çalışır. Bell servis, vale servisi, dormenler, şoförler genelde bu birimin kontrolü altındadır. Dünyada Les Clefs d’Or adı altında bir dernekleri vardır. İyi bir Concierge'in bulunduğu bir otelin müşterisine organize edemeyeceği hiçbir hizmet yoktur.




22 Haziran 2014 Pazar

Mutluluğunuzun sırrı mütevazi bir köy evinde olabilir.


Her geçen gün katlanarak artan bilgi yoğunluğu, ürün çeşitliliği, tüketim alışkanlıkları, teknolojik gelişmeler ve iletişim seçenekleri yaşamımızı kolaylaştırmaktan çok zorlaştırmaya başladı. Bu yoğunluğun getirdiği, ekonomik ve psikolojik yükler, birçoğumuz için dayanılmaz hale gelmekte. Bu nedenle, daha sade ve dingin bir yaşam için, kırsal alanlara yerleşmek isteyenlerin sayısı son yıllarda giderek artıyor.

Gün geçtikçe artan hizmet ve ürün çeşitliliği, beraberinde, onlara sahip olabilmek için daha çok para kazanmayı,  daha çok para ise daha fazla çalışmayı gerektirmekte.  Bu kısır döngünün içine girenler, bir süre sonra kendileri ve sevdikleri için zaman ayıramaz hale geliyor ve mutsuzlaşıyorlar. Aslında ekonomiyi tanımlayan, “sınırsız insan ihtiyaçlarını sınırlı kaynaklarla karşılamaya çalışmak” ifadesi de bu kısır döngüyü gayet güzel anlatıyor. Sınırsız olduğu ve olacağı bilinen ihtiyaçları, sınırlı ömürlerle ve sınırlı kaynaklarlarla karşılamaya çalışmak aslında pek akla da uygun değil.
Özünde maddeciliği ve mülkiyetçiliği terk etmek olan minimalizm, işte bu kısır döngünün farkına varanların felsefesi. Ancak malum, minimalist yaşam tarzını kent ortamında uygulamak pek mümkün değil. Sadece mimari ve dekoratif düzenlemelerle minimalizmi yaşamak, görsellikten öteye gidemiyor. Fakat kent yaşamına alışmış, ancak
minimalizme sempati duymuş bir kişinin de, ıssız adada Robinson Crusoe gibi yaşaması beklenemez. Doğal olarak, daha sakin ve yapılaşmanın daha seyrek olduğu, kırsal yaşam düzenini sürdüren yerli halkın da bulunduğu, güvenli bölgeler minimalistlerin tercih ettiği yerler oluyor.

Gayrimenkul danışmanı olarak, bu felsefenin son yıllarda giderek yaygınlaştığını söyleyebilirim. Kırsal alandaki taşınmazlara duyulan ilginin artması en önemli göstergelerden sayılabilir. Ayrıca danışmanlık yaptığımız müşterilerimizin, arayışı içinde oldukları ve tarif ettikleri yeni yaşam tarzı, çoğu zaman minimalizmi işaret ediyor. Pek çoğu, kent ortamında kurdukları yaşamı tamamen terk etmeye cesaret edemese de, bir köy evinde dönemsel olarak bulunmayı arzuluyor. Bazıları ikinci bir konut olarak, bahçeli, mütevazi bir taş ev satın almayı, bahçesinde domatesi, biberi, soğanı, kümesinde birkaç tavuğu, hatta koyunu, keçisi ile bir köy yaşamı istiyor. Kendi yetiştirdiği buğdaydan yaptığı ekmeyin tadını, anlata anlata  bitiremeyen kentlilerin sayısı giderek çoğalıyor.  Jakuzisinden, spor arabasından ve dolarlarından kurtularak, toprağa yalınayak basmanın mutluluğunu yaşayanların sayısı belirgin bir oranda artmakta.

Minimalizme sempati duymalarına rağmen, yerleşik bir düzen kuramayanlar da hobi bahçeleriyle yetiniyor. En azından haftanın birkaç saatini bahçesinde geçirenler, mutluluk için su, toprak, güneş ve dostlarından başka bir şeye gerek duymuyor.

Aşkın Yaka
Ar-Ge Müdürü
Gayrimenkul danışmanı

12 Haziran 2014 Perşembe

Tarım arazilerinin satışı zorlaştı


Tarım arazilerinin satılabilmesi için artık bazı kriterlere uygunluk aranıyor

5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullananımı Kanunu’nun, 15-05-2014 tarih ve 29001 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 6537 sayılı Kanun değişikliğinin getirdiği yeni sistemde tarım arazileri, iki yeni kavram ile sınıflandırıldı. “Asgari tarımsal arazi büyüklüğü” ve “Yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüğü” kavramları ile arazilerin devir ve miras yolu ile bölünmelerinin önlenmesi amaçlanıyor.
Bu doğrultuda tapu sicil müdürlükleri, devir talebinde bulunulan bir arazinin imar planı dışında kalıp kalmadığını veya imar planında ise tarımsal niteliği korunacak alanda olup olmadığını ilgili belediye ile yazışarak tespit ediyor.
Eğer devire konu olan arazi tarımsal alanda kalıyor ise, 5403 sayılı Kanun kapsamında müstakilen veya hisseli olarak devrinin uygun olup olmadığı, il/ilçe gıda tarım ve hayvancılık müdürlüğüne yazılı olarak soruluyor. Alınacak cevaba göre de işlemlere yön veriliyor.

İşlemler uzadı
Tapu daireleri ile ilgili kurumlar arasındaki yazışmalar elden takipli yapılsa da, kurumlardaki yoğunluk ve kanunun yeni uygulanmaya başlamasından kaynaklanan aksaklıklar, satış işlemlerinin uzamasına neden oluyor. Ancak, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü’nden yapılan açıklamaya göre, tapu sicil müdürlükleri 5-6 aya kadar hazır hale gelecek olan “arazi işletme veri tabanını” kullanarak, tarım il/ilçe müdürlüklerine başvurmaksızın devir işlemlerine yön verebilecek. Bu da devir işlemlerinin hızını artıracak.

Nakit sıkışıklığı olan çiftçi zor durumda
Borcundan veya zorunlu ihtiyaçlarından dolayı tarım arazisini satmak isteyen çiftçiler yasadan kaynaklanan engellerden dolayı zor durumda kaldı. Alıcı ile pazarlığını yaparak satış için tapu dairesine gelen ve kanundan haberdar olmayan mal sahipleri, arazisini satamayacağını öğrendiğinde hayal kırıklığına uğruyor. Alıcı için de hayal kırıklığı yaratan bu durum karşısında bazı vatandaşlar özel mülkiyetlerini satamamalarına tepki gösteriyorlar.

Tasfiye amacı ile hareket edenler satıyor
Aslında yeni yasaya göre tarım arazisi sahipleri, arazilerini satmaya, başka bir değişle, işletmelerini tasfiye etme hakkına her zaman sahip. Zımnen tarım arazilerini tasfiye edeceğine, bütün arazilerini satarak çiftçiliği bırakacağına dair şerhi tapusuna işleterek, arazi büyüklüğü ve adedi ne olursa olsun, müşteri çıktıkça, muayyen bir zamanda satabiliyor. Ancak bu kişiler tekrar çiftçilik yapacağım diyemiyorlar. Toplulaştırma yapılan bölgelerde bu araziler, satıcı sepetinde olan araziler olarak kabul ediliyor.
Arazisini satmak isteyen kişinin sadece tek bir parseli var ise, hangi büyüklükte olursa olsun, hiç bir sorgu olmadan satabiliyor. Ancak ön alım hakkı olan komşu parsel ya da varisler var ise bunların talepleri öncelikli olarak dikkate alınıyor.

Birden çok tarım arazisi olanlar dikkat
Satış başvurusunda bulunan kişinin arazileri toplamı, yeter gelirli arazi büyüklüğünde ise bu büyüklüğü oluşturan parsellerden bir ya da birkaçını satamıyor. Bu durumda arazilerinin tamamını satmak dışında bir seçeneği yok. Eğer arazilerinin toplamı, yeter gelirli arazi büyüklüğünün üzerinde ise, fazla olan kısmını ifraz (ayırma) koşullarına uygunluğu halinde satabiliyor.
Bir tarım arazisinin satış başvurusunda, satıcıya henüz intikal etmemiş başka araziler de varsa bunlar dikkate alınmıyor.

Parseller arasındaki mesafe önemli
Tarım arazileri arasındaki uzaklık, üretim giderlerini artıran, dolayısı ile ekonomik bütünlüğü bozan bir faktör olduğu için, yasa bir uzaklık sınırlaması getirmiş.  Bu sınırlamaya göre bir kişinin parselleri, bulunduğu köyden başka bir köyde ve kuş uçumu 5km’den fazla mesafede ise alan sınırlaması olmadan satabiliyor.

Tarım dışı kullanım
Tarım dışı kullanım amaçlı taleplerde, tarım dışı kullanıma izin verilmiş parseller, tarımsal açıdan ekonomik bütünlük oluşturmayacağı için satılabiliyor.

Koşulsuz satılabilen araziler
“Ekonomik büyüklük” kavramı ile belirlenen arazi büyüklüklerinin altında kalan araziler çiftçiyi ekonomik anlamda kayba uğrattığı gerekçesi ile yeter gelir sınırının altında da olsa, üstünde de olsa koşulsuz satılabiliyor. Bakanlık tarafından belirlenen “Ekonomik büyüklük” sınırları şöyle: Kuru tarımda 10 dekar, sulu tarımda 5 dekar, dikili tarımda 3 dekar, örtü altı tarımda da (sera) 1 dekar.

Yasanın gerekleri
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü’nden yapılan açıklamaya göre ülkemizdeki tarım arazilerinin yaklaşık olarak 40 milyon hissedarı bulunuyor. Ancak bu arazilerde çiftçilik yapanların sayısı yaklaşık olarak 3 milyon dolayında. Bu durumda 37 milyon hissedar tarım arazisinden gelir elde edemediği için mağdur. Bu arazilerin bir kısmında tarım yapan 3 milyon çiftçi de, çoğunlukla akrabalarına ait olan ve tam olarak sahiplenemediği topraklar için yatırım yapmaktan kaçınıyor ve yine bir anlamda mağduriyet yaşıyor.

Arazilerimiz miras yolu ile küçüldüğü için tarımsal ekonomi açısından değerini yitiriyor, diğer tarım ülkeleri ile rekabet şansımız azalıyor.

Ülkemizde sulu tarım yapılan arazilerin ortalaması %60 civarında. Ancak bu oran bazı bölgelerde miras yolu ile küçülen ve ekonomik olmaktan çıkan araziler nedeni %20’lere kadar düşüyor.

Bu nedenlerle çözüm, arazilerimizin bölünmesini engellemek ve parçalanmış arazilerimizi yeniden toplulaştırarak tarımsal ekonomiye kazandırmaktır.

Tarım Reformu Genel Müdürü Dr. Gürsel Küsek yasanın daha iyi anlaşılarak özümsenmesi için şu örneği veriyor: “Babadan kalan bir dairenin çocuklar arasında oda, oda paylaştırılması nasıl mümkün değil ise, tarım arazilerini de öyle görmek gerekiyor. Miras yolu ile intikal eden tarım arazilerinin, apartman dairesi misali, ya tümünü satmak, ya kiraya verip gelirini paylaşmak, ya da satış yolu ile tüm arazileri bir kardeşe devretmekten başka seçenek yoktur.”

Asgari tarımsal arazi büyüklüğü:  Üretim faaliyet ve girdileri rasyonel ve ekonomik olarak kullanıldığı takdirde, bir tarımsal arazide elde edilen verimliliğin, söz konusu tarımsal arazinin daha fazla küçülmesi hâlinde elde edilemeyeceği Bakanlıkça belirlenen en küçük tarımsal parsel büyüklüğüdür. Bu büyüklükler; mutlak tarım arazileri, marjinal tarım arazileri ve özel ürün arazilerinde 2 hektar, dikili tarım arazilerinde 0,5 hektar, örtü altı tarımı yapılan arazilerde 0,3 hektardır
Yeter gelirli arazi büyüklüğü:  Bakanlıkça bölgesel farklılıklar gözetilerek İl ve ilçe bazında belirlenen, bir aileye bir yıl yetecek geliri sağlayabilecek arazi büyüklüğüdür.


İlçe
Sulu tarım
(da)
Kuru tarım
(da)
Dikili tarım
(da)
Örtü altı tarım
(da)
Çeşme
85
170
10
3
Güzelbahçe
55
135
10
3
Karaburun
60
185
10
3
Kemalpaşa
65
135
10
3
Menderes
55
135
10
3
Seferihisar
55
140
10
3
Urla
55
135
10
3

8 Haziran 2014 Pazar

Müstakil bir evde yaşamaya hazır mısınız?

Apartman dairelerinde yaşayanların birçoğu müstakil yaşamın özlemini çeker. Bu özlemin çok sayıda haklı sebebi vardır. Komşuların gürültüsü, sakinler arasındaki anlaşmazlıklar, ortak alanlardaki paylaşım sorunları, bir arada olmanın getirdiği sosyo-kültürel çatışmalar, mangal yasağı, evcil hayvan yasağı, yüksek sesle müzik dinleyememek gibi kısıtlayıcı kurallar ile doğaya yakın olma arzusu; müstakile olan özlemi artıran başlıca unsurlardandır. Ancak apartman yaşamına alışanların müstakil yaşama uyum sağlamaları birçok açıdan kolay değildir.

“Apartman dairesine o kadar para verecek olsam, müstakil bir evde otururum” diyenlerdenseniz ve daha önce müstakil evde oturmadıysanız bir kez daha düşünmelisiniz. Çünkü ödeyeceğiniz para kadar olmasa da yüklü bir masraf ile karşılaşacaksınız. Arsa payı ve imalat maliyetlerinden dolayı, çok katlı konutlara göre daha pahalı olan müstakiller, yerleştikten sonra da masraflarından dolayı cep yakmaya devam ediyor. Apartman dairelerinde paylaşılarak küçülen ortak giderler, müstakil konutlarda mal sahiplerine ağır bir yük olabiliyor. Bahçe bakımı, havuz bakımı, çevre aydınlatması, güvenlik, ısıtma, çatı, dış cephe ve dış tesisat bakımları çoğu zaman sanılandan fazla tutuyor. Bu masraf kalemlerinin dışında, evin ve bahçenin büyüklüğüne bağlı olarak gerekebilecek bir ya da birkaç yardımcının maliyeti de eklenebiliyor.

“Şöyle çoluk çocuk bir müstakile yerleşsek de rahat etsek” diyorsanız işiniz gene zor. Çünkü çocuklar, rahat etmek için gittiğiniz o müstakilden sıkılabilirler. Hatta belki de hiç gitmek istemeyebilirler. Büyük bir ihtimalle kent merkezinden uzak olacak olan eviniz, sosyal altyapı olanaklarına da uzak kalacağından çocuklarınızı, hatta belki eşinizi de mutlu etmeyebilir. Ayrıca doğal olarak komşularla olan mesafe artacağından eşiniz ve çocuklarınız kendilerini yalnız hissedebilirler. Eğer toplu ulaşım olanakları sınırlıysa, sizin, çocuklarınızın ve eşinizin arkadaşları sıkıntı çekebilir. Özellikle araç kullanamayan yaşlı dost ve akrabalarınızın gelip gitmesi sorun olabilir. Bakkal, kasap, market gibi günlük ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz yerlerden uzaksanız, stok yapmak zorunda kalabilirsiniz.

“Doğayla baş başa kalmak istiyorum” diyerek bir müstakile yerleştiyseniz doğanın sürprizlerine de hazırlıklı olmalısınız. Hava koşullarının etkileri müstakil bir evde daha fazla hissedilir. Rüzgâr, yağmur ve kar, çatı ve duvarlarınızın dışında bahçenize de zarar verebilir. Evinize girebilecek kuş, fare, kertenkele, kedi gibi canlıların dışında böceklerle karşılaşmaya da hazır olmalısınız. Özellikle sinekler sizi çok rahatsız edebilir. Uzun bir kent yaşamıyla, gürültüye ve hareketli tempoya alıştıysanız müstakil yaşama geçtiğinizde kendinizi bir boşluğa düşmüş gibi hissedebilirsiniz. Çünkü kentin gereksiz ve yapay uyaranlarından arınmış bir ortamda olacaksınız. O çok özlediğiniz sessizlik bile bir süre sonra size rahatsız edici gelebilir. Kentin ışıklarından arınmış, daha karanlık olan geceler sizi tedirgin edebilir. Belki de haklı olarak güvenlik konusunda daha kaygılı olabilirsiniz.

Müstakil yaşamın apartman yaşamına göre daha zahmetli ve masraflı olduğu kesin. Fakat gülü seven dikenine katlanır misali, alışabilirseniz, apartman yaşamına göre çok daha mutlu olabilirsiniz. Çünkü orada kendinize, ailenize,  dostlarınıza ve doğaya daha fazla zaman ayırabilirsiniz. Bahçenizde sportif faaliyetler için değişik, eğlenceli seçenekler oluşturabilir, gürültü, stres ve kirlilikten uzak kalarak sağlığınızı daha iyi koruyabilirsiniz.